Rotorua Gölü’nün güneyinde yer alan, ortalama 55000 kişilik nüfusa sahip Rotorua şehri 1880’lerin başından itibaren devlet tarafından turistik bölge olarak kurulmaya başlanmış. O zamandan bugüne de; sahip olduğu jeotermal su kaynakları, kaplıcaları ve bölgedeki Maori köyü ile birlikte dünyanın her yerinden gelen turistleri ağırlamakta ve biz de bu köyü gezmek, fırsat bulup kaplıcalara girmek için Temmuz ayında yola koyulduk.
Rotorua’ya Nasıl Gidilir
Eğer bir gün yolunuz buralara düşer de Rotorua’yı ziyaret etmek istersiniz diyerek size de ufak bir rehberlik hizmetim olsun. Auckland’dan Rotoru’ya; 4 buçuk saat civarı bir otobüs yoluculuğu ile ya da araba kiralayarak ortalama 3 saatlik bir sürüş sonrası ve yahut ucağa binip ortalama 45 dakikalık bir uçuş sonrası varabilirsiniz. Uçak bileti için bu linkten Yeni Zelanda Havayolları’nın sitesini ya da Yeni Zelanda Havayolları’nın uygun biletlerini listeleyen bu siteyi inceleyebilirsiniz. Otobüs biletleri için de intercity.co.nz ve manabus.com sitelerini ziyaret edebilirsiniz. Bu arada Whakarewarewa Maori Köyü’ne giriş için de bilet almanız gerekmekte. Biletinizi ister oraya vardığınız zaman gişeden alabilirsiniz isterseniz de önceden internet sitesi üzerinden buradan satın alabilirsiniz. Benim size bir önerim gitmeden evvel http://new.grabone.co.nz sitesinide ‘Rotorua’ yı aratıp kontrol ederseniz bu site üzerinden de ucuz bilet bulma şansını yakalayabilirsiniz.
Yolculuk günü şehir merkezindeki otobüs durağından yani tam olarak bu noktadan otobüsümüze bindik. Otobüs iki katlı ve oldukça konforluydu, yol boyunca uyukladım ayrıca otobüs içinde tertemiz bir de tuvalet bulunmaktaydı. Rotorua’ya yaklaşırken otobüsten inmeden evvel hem merakımdan hem de ayıptır söylemesi küçük bir ihtiyacımdan ötürü şu tuvaleti bir keşfedeyim diyerek yerimden kalktım. İstanbul ve Harem Otogar tuvaletlerinde burnunu tıkamaktan dolayı ölüm tehlikesi atlatmış biri olarak otobüsteki tuvaletin temizliği ve ferahlığı gerçekten beni kalbimden yakaladı. Sanırım otobüsün imalatı sırasında en çok bu kısma özen gösterilmiş.
Tam olarak 3 saat 45 dakikalık yolculuğun ardından Rotorua’ya vardığımız anda durağın hemen yanında ziyaretçiler için bir bilgi merkezi vardı. İçeride Rotorua’da yapılabilecek aktiviteler, gezilebilecek bölgeler gibi konularda bilgi alabiliyorsunuz.
Otobüsten indikten sonra daha önce Pamukkale’deki termal kaplıcalara gittiğimizde burnuma gelen kokudan geldi fakat buradaki koku gerçekten çok ağırdı. İlk başta beni çok rahatsız etti, çürük yumurtanın daha da çürümüşü gibi kokuyordu fakat bir süre sonra herşeye olduğu gibi ona da alışıyorsunuz tabi. Otobüs durağından sonra direk Whakarewarewa Maori Köyü’ne doğru giderken yol üzerinde sağlı sollu çok sayıda kaplıca otelleri mevcut olmakla birlikte bir adet Türk lokantası da mevcut.
Whakarewarewa Maori Köyü
Köyün girişinde sağ taraftaki bilet gişesinde biletlerimizi gösterip köy hakkında harita ve broşürümüzü alıp verdikleri yapışkan kağıdı da üstümüze bir yere yapıştırdıktan sonra köyün hemen girişindeki 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda hayatını kaybeden asker ve yerlilerin anısına dikilmiş olan anıt kemerin altından geçerek Maori Köyü’ne giriş yapıyoruz. Köyün içerisinde Maori evleri, mezarlıkları, 2 adet kilise, gösteri alanı, hediyelik eşya dükkanları, kaplıcalar ve Yeni Zelanda’nın en aktif gayzerleri bulunmakta.
İçeriye giriş yaptığınız andan itibaren etrafınızdaki jeotermal su kaynaklarından yükselen dumanlar size fantastik bir atmosfer oluşturuyor. Suyun sıcaklığını bilemiyorum fakat kaynıyormuşçasına fokurdamaktaydı. Hatta Parekohuru Gölü‘nün içinde haşladıkları mısır ile toprakta pişirerek hazırladıkları Hangi Yemeği adını verdikleri geleneksel Maori yemeğini hazırlıyorlar. Dilerseniz ücreti karşılığında bu yemeği yiyebilirsiniz, açıkçası ben denemeyi çok istiyordum fakat gittiğimiz gün Parekohuru’nun yanındaki satış yapılan yer kapalıydı malesef.
Köyün içerisinde biraz gezindikten sonra Maori performansını izlemek için gösteri alanına doğru yürüyoruz. Performans öncesinde Maorilerin dansları hakkında on bilgi verip bir iki Maorice kelime öğrettikten sonra kendi dillerindeki şarkıları eşliğinde yaptıkları dans performanslarını sergiliyorlar. Bunlar arasında en popüleri tabii ki Haka Dansı. Haka Dansı’nı 1800’lerin başlarında Yeni Zelanda’nın yerlileri Maoriler, savaş öncesinde düşmanlarını korkutmak ve caydırmak, kendilerini de motive edip gaz vermek amacıyla yapmaya başlamışlar; yani bir nevi bizdeki Mehter Marşı gibi.
Dillerini dışarı çıkarıp gözlerini büyüterek vahşi ve korkutucu görünmelerinin sebebi de bu. Ben Haka Dansı’nı çocukluğumda Metin Uca’nın sabahları sunduğu haber programında Haka Dansı gelsin diyerek birilerine armağan etmesi ile tanımıştım, tabi bunun öncesinde zamanın Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in huzurunda da Çanakkale etkinlikleri için Yeni Zelanda’dan gelen bir heyetin bu dansı yapması Türkiye’de tanınmasına vesile olmuş. Aşağıdaki videodan gösterilerin bir kısmını izleyebilirsiniz.
Maori Performansı’nı izledikten sonra gezinmeye devam ediyoruz ve açık bir kaplıca alanına varıyoruz. Burada üstünüzü değiştirebileceğiniz kabin ve içine girebileceğiniz küçük kaplıca havuzları bulunmakta. Suyun ısısı aşırı sıcak ve içine girilebilecek seviyede olmadığı için sadece ayaklarımızı bir kısma kadar suyun içine sokabildik o da 3-4 dakika için, daha fazlası can yakıyordu. Biraz daha yürüdükten sonra Yeni Zelanda’daki en aktif iki gayzerini görebileceğimiz seyir kısmına varıyoruz. Pohutu ve Prince of Wales Gayzerleri. Gayzerler genel olarak volkanik bölgelerde magma tarafından ısıtılan yer altındaki suların basınç ile yeryüzüne sıcak su ve buhar olarak fışkırdığı kaynaklardır.
Yeni Zelanda’daki en aktif gayzer olan Pohutu (anlamı büyük sıçrama,fışkırma) kaynağındaki suyu ortalama olarak her 1-2 saatte bir 10 ile 30 metre yüksekliğe kadar fışkırtmakta. Whakarewarewa Maori Köyü’nü gezmeyi bitirdikten sonra gezinin ortalarında başlayan hafif yağmurun bize hediye olarak sunduğu gökkuşağını da ardımızda bırakarak biraz daha vaktimiz varken gezmek üzere Kuirau Parkı’na dogru gidiyoruz.
Kuirau Parkı
Kuirau Parkı halka açık bir park olup giriş için herhangi bir ücret ödenmeyen, içinde rahatlayıp dinlenmek için ayaklarınızı sokabaileceğiniz termal havuzlar, kaplıcalar, barbekü ve piknik alanları, çocuk oyun alanları ve bir adet krater gölü bulunmakta. Ayrıca her cumartesi sabah 06:00’dan öğlen 13:00’e kadar pazar kurulmakta. Seyahatinizi bu zamana denk getirirseniz buranın pazarını da gezebilirsiniz.
Park içerisinde gezerken fokur fokur kaynayan çamurlar, yerden yükselen buharlar hava soğuk olmasına rağmen etraftan yükselen buharlar insanın hafif de olsa içini ısıtıyor. Park içerisinde biraz dolaştıktan sonra termal ayak havuzlarına gidip ayağımızı sıcak suyun içine sokup bir süre dinlenerek anın ve mekanın tadını çıkardık. Tek sorun havadaki kükürt kokusu 🙂
Parkın bir kısmında hala jeotermal aktiviteler zaman zaman olmaktaymış hatta 2001 yılında yerin altından birden çamurlar eşliğinde ve futbol topu büyüklüğünde kaya parçaları 10 metre kadar yükseğe fırlamış.
Parkın içinde ufak bir de göl var ve bu gölün mitolojik bir hikayesi varmış. Eski bir Maori efsanesine göre adı eskiden Tawakahu Gölü olarak anılırmış ve o zamanlar suyu içinde yıkanabilecek kadar serinmiş. Bir gün Kuiarau adında genç ve güzel bir kadın yıkanmak için göle giriyor fakat gölün içinde yaşayan Taniwha (Maori Mitoljisinde karanlık mağaralarda, derin göllerde, denizlerde yaşayan ve kadınları sahiplenip kendine eş olarak kaçırdığına inanılan yaratık) kadını gözler ve saldırır. Kuiarau’nun korkudan öldüğü ya da yaratık Taniwha tarafından inine götürüldüğü söylenir. Tabi Tanrılar buna çok sinirlenir ve gölün suyunu kaynatarak Taniwha’yı sonsuza dek yok ederler. O günden sonra da gölün adı o güzel kadinin anisin Kuairau Gölü olarak anılır ve suyu da hala kaynama devam eder. Tabi zamanla adı Kuiarau’dan Kuirau’ya değişerek bugünkü hali Kuirau Gölü olarak kalmış.
Parkın içinden ayrılırken çektiğim kısa bir videoyu dilerseniz aşağıdan izleyebilirsiniz ayrıca Rotorua’da çektiğim bütün resimleri videonun altına eklediğim flickr albümümden görüntüleyebilirsiniz.